21 Aralık 2011 Çarşamba

Dalga Etkisi (MİM-3)

2007’nin henüz ikinci ayı. Üniversiteye başlayalı 5 ay olmuştu ve ilk evimden ayrılıp 6 arkadaş Şirintepe’de yeni ev tutmuştuk. Bu şehrin yabancısıydık. İlk kez ailemizden ayrı bir şehirde yaşıyorduk. Ailelerimiz orta gelirliydi ve sınırlı imkânlarla ev idare etmeyi öğreniyorduk.
            Birbirimizi az çok tanır hale gelmiştik ve artık etrafımızla kaynaşmaya çalışıyorduk. Arkadaşlar arasında en girişkenlerden birisi olduğum için etrafla tanışma konusunda daha istekliydim. Yöneticimiz her gün kapı girişindeki, bir masa üç sandalye ve bir panodan oluşan ufak yönetim odasında oturduğundan, her giriş çıkışta selamlaşıyordum. Yöneticimizin bizim hakkımızdaki olumlu tespitleri ve soran herkese “iyi çocuklar” diye tabir etmesiyle çevremiz kısa sürede genişlemişti. Karşı komşumuz, ikisi de ODTÜ kimya mühendisliği mezunu ve oldukça muhafazakâr bir çiftti. Galiba bizden çekindiklerinden aylar sonra özel girişimlerimle tanıştık ve o evde kaldığımız sürece iki kızından, 10 yaşlarındaki büyük kızıyla haftada en az 2 kez yiyecek ikramına başlamalarına vesile oldu. (Bu konuda arkadaşlarımdan oldukça dua aldım sanırsam.) Kapımız çalar, gelen küçük komşu kızımızsa arkadaşlar hemen gözleri parlayarak beni çağırırdı. Kapıyı açınca küçük kızın kendi başı hizasında tuttuğu tabağı alırken gözlerinin hafif utangaç fakat olabildiğince masum bakışlarına rastlardı gözlerim. 4. Katta oturan orta yaşlı çift vardı. Amcamızın avukat olması sebebiyle kendi aramızda “avukattan” diye tanımlıyorduk o daireden gelenleri. Karşı komşumuz kadar sık olmasa da arada bir onlarında ikramlarını kabul ediyorduk dualarla, ta ki son gönderdikleri yemeğin tavasını ve tabağını geri götürmeyi unutup aradan zaman geçtiği için de utançtan hiç birimizin götürmeye cesaret edemediği güne kadar J. Ramazanda iftara çağırıp, her biri farklı illerde olan kendi çocuklarını yedirip içiriyormuş gibi üzerimize düşmeleri de hala aklımdadır. 6. Kat da yani tam altımızdaki daire de, “öğretmenler” ya da “Ömer hoca” diye biliniyordu aramızda. Ömer hoca Fransızca, eşi tarih, kızı da coğrafya öğretmeniydiler. Erkek çocukları da öğretmen olmayı düşünerekten üniversiteye hazırlanıyordu. Onlar da eksik olmasın ara sıra yiyecek takviyesinde bulunuyorlardı. Pamuk ninemiz vardı bir de. Tek başına yaşıyordu arada bir gelen temizlikçi kadın haricinde. Çocukları farklı illerde hayatlarını kurmuşlardı. Beli bükük halde 7. Kata kapımıza kadar gelir, evinde çerezden böreğe ne varsa paylaşırdı bizimle.
            Mahallemiz gerçekten adını yaşatıyordu. Gerek insanları gerek yemyeşil ortamı birkaç katlı evleri, cıvıl cıvıl kuşlarıyla şirin mi şirindi. Şirintepe’nin şirin ve mülayim “Şirintepe Camii” ufak bir tepeden ibaret olan mahallenin tam tepesine kondurulmuştu. Fazla yüksek olmayan minaresi bu sayede etraftan rahatlıkla görülebiliyordu. Cuma namazları için gidip geldiğimiz bu cami daha önce gördüğüm hiçbir camiye benzemiyordu. İşi, okulu olanlar dışındaki cemaat namaz bitince imamın kalkmasını bekliyor ve ardından teker teker tokalaşıp birbirlerinin hal hatırlarını soruyorlardı. Alabildiğine içten, olabildiğince sıcak ve samimi konuşmalar caminin avlusunda devam ediyordu. Uzun boylu, geniş omuzlu, siyah ve uzun sakallı, Göz yuvaları çukurlaşmaya başlamış, yüzü her daim gülen imam; “Ahmet senin iş meselesi ne oldu?”, “Hasan amca bacağın ağrıyor mu hala?”, “Ayhan düğün ne zaman” gibi samimi sorularla cemaatiyle muhabbet ediyor, derdi sıkıntısı olanları bir kenara çekip konuşuyordu. Birkaç haftada edindiğim bu gözlemler sonunda günümüzün, namaz kıldırıp maaş alarak memur zihniyetine yaklaşan imamlarına da karşı olmam sebebiyle, nadir bulunabileceğini düşündüğüm bu imamla tanışmaya ve sohbet etmeye karar verdim.
            Bir cuma çıkışı, cemaatin her hafta yaptığı gibi namazdan sonra kalkıp kendisiyle tokalaştım selamlaştım avluda. Öğrenci olduğumuzu, yeni taşındığımızı, Özgür sitesinde oturduğumuzu söyledim. Kendisi de adının Abdulkadir olduğunu, Tanıştığına memnun olduğunu ve bir ihtiyacımız olursa her zaman yanına gidebileceğimizi belirtti ve oradaki cemaatle tanıştırdı beni. Bir sonraki hafta aynı selamlaşmalar muhabbetler tekrarlanmış, bu sefer caminin kıdemli müdavimlerinin sohbet etmek ve namaz vaktini beklemek için kullandığı; bir köşesinde sürekli semaverin kaynadığı, duvar kenarında sandalyelerin ve ortada da yalnız başına bir masanın bulunduğu, her adımda tatlı gıcırtılar çıkaran ahşap tabanlı cami odasına davet etti ve çay eşliğinde sohbete daldık. Bu sohbet, bundan sonra hayatımda tanıyamayacağım kadar kıymetli bir insanı tanımam için bir kapı açmıştı. İyi sıfatı kötü, içten kelimesi yapmacık, cömert tanımı cimri kalacaktı ileride onu anlatırken. Dünyada böyle insanlarda mı varmış diyebileceğim nadir insan.
            Şükür ki dünya da böyle insanlar da varmış. Artık o kadar seviyordum ki bu Allah dostu insanı, Cumalar harici vakitlerde de camiye gidiyordum, onun güler yüzünü görüp biraz muhabbet edebilmek için. Oğluyla tanışmıştık. Lise öğrencisiydi. Ders konusunda yardımcı olabileceğimi söylediğimde, ders çalışmak için her gelişinde poşetler dolusu alışverişle geleceğini tahmin etmemiştim.
            Bu yardımlar zamanla sürekli hale gelmişti. Her hafta bir mutfağın çaydan yağa, salçadan kuru bakliyatına aklınıza gelebilecek her türlü ihtiyacı oluyordu gelen poşetlerin içinde, çikolatalar bile... Bazen bir çocuk olduğumuzu düşünerek bir kutu gofret yahut ton balığı gönderdiği de oluyordu.
            Bu iyilik timsali insan sadece alışveriş yapıp göndermekle kalmıyordu elbet. Manevi yönden kimseden görmediğimiz desteği görüyorduk ondan. Babamızdan farksızdı bize yaklaşımı konusunda. Babama dahi danışamadığım bir derdim olup da kendisine danıştığımda, o tok ve net sesiyle, söylediklerinin gönlünden akıp gelenler olduğunu anladığım, gözlerini hafif kısarak yaptığı konuşması, insanda dert tasa bırakmıyordu. 2 yıl boyunca bizi hiçbir zaman yalnız bırakmamış her seferinde ne eksiğimiz ne derdimiz varsa üstesinden gelmeye çalışmıştı. Her cuma çıkışında evinde bir şeyler ikram ediyor, evinde edemeyecekse yemeğe götürüyor, en olmadı yandaki ufak mahalle büfesinden içecek bir şeyler alarak ikramda bulunuyordu.
            Evimizde arkadaşlarla yaşadığımız anlaşmazlıklar varsa bunu onları kenara çekip yapmayın etmeyin diyerek değil, vaazında bir konu içinde yer vererek herkesin kendi payını çıkarmasını sağlıyordu. Bu uygulama bütün cemaat için geçerliydi.
            Cebimde hiç paramın kalmadığı ve yola gitmem gereken bir gün acaba kendisinden ödünç istesem mi diye düşünüyordum. Camide namazı kılıp kendisiyle selamlaştıktan sonra, ailemin yanına gideceğimi söyleyince; “Cihanım paran var mı? Çekinmene hiç gerek yok bu konuda” demesi beni kilitlemişti resmen. “Yok” kelimesi çıkmadı ağzımdan. İstemeye cesaret edemediğimden “var” diyebildim, “Allah razı olsun hocam.” Kucaklaşıp vedalaştıktan sonra eve gidiyordum. Hava biraz serindi. Hafiften burnumun aktığını hissedince gömleğimin cebindeki selpağı almak için elimi cebime attığımda selpağın yanında bir de 20 TL(iki bilet parası) bulduğum an benim için şaşkınlığın ve şükrün tepe noktasıydı. Ne ara yapmıştı bu hamleyi… Hızır gibi yetişmişti…
            Ramazan ayı, oruç tutan öğrenciler için biraz zor geçiyordu. Geceleri sahur yemeği hazır olduğunda, bizi ürkütmeyecek ses tonunda sıcacık yatağımızdan kaldıracak annelerimiz olmaz yanımızda. Akşamları iftarda annemizin yemeklerini nasıl özlediğimizin tarifini yapamasam da, kapımız çalıp da bir tabak anne yemeğinin ikram edilmesinin hepimizin ağzını kulaklarına yürüttüğünü, keyiflerin tavan yapıp, şakalaşmaların başladığını ve iftardan az önce çoğumuzda yaşanan halsizlik ve açlık emarelerinin daha yemeği yemeden ortadan kalktığını söyleyebilirim. İşte tam da böyle bir halet-i ruhiye içinde olan bu 6 öğrenciyi her akşam iftara davet etmesi(hayır cevabını kabul etmeden) bizim için ne büyük bir sevinç ve mutluluk, onun için de ne büyük bir iyilik ve sevap vesilesiydi. Bizimle yaptığı anlaşma aynen şöyleydi: “Sizi her akşam arayıp davet etmeyeceğim ve bu konuda itiraz da istemiyorum, ben başkasına davetliyken size haber veririm o akşamlık idare edersiniz ama onun haricinde her akşam çağırmadan geliyorsunuz.” İtiraz etme gibi bir seçeneğin olmamasının yanında, öyle bir niyetimiz de olmadığından kabul ettik. Her akşam bizi yemeğe davet ederek ne kadar büyük bir iyilik yaptığını ifade ederken, gizli bir kahramanı da unutmamak lazım. Hiçbir akşam birbirinin aynı yemekleri yapmadığı gibi, her akşam da çeşit çeşit yemek tatlı ve böreklerle soframızı donatan, kocasının her akşam tanıdık tanımadık birilerini eve getirmesiyle kendisine fazladan iş çıkarılmasına ve doğru düzgün kendi ailesiyle iftar etme fırsatı bırakılmamasına ses çıkarmayacak ve memnuniyetle karşılayacak kadar misafirperverlik, olgunluk ve hicrette Peygambere ve ashabına tereddütsüz kapılarını açanların duyarlılığını gösteren, fakat yüzünü hiç görmediğimiz gönlü geniş insan, bir anne, hocanın karısı…
            Tanıdık tanımadık herkes diye tarif ettik davet edilenleri. Mesela yandaki inşaatın bekçisi Hasan amca da bizimle beraber imamın sofrasının daimi üyesiydi. Ailesini Urfa da bırakmış burada inşaat bekçiliği yaparak 3 çocuğunun okuması için para gönderiyordu. İnşaatın yanındaki 10 metrekarelik konteynır tarzı odada kalıyordu aylardır. Has Anadolu insanının bütün özelliklerini tastamam taşıyordu. Biraz utangaçtı, ufacık bir yardımda bulunulsa başını öne eğerek teşekkür eder, belli belirsiz yanakları kızarırdı esmer teninde. Selam vermek için girdiğim tek pencereli ufacık odası; üzerinde katlanmış bir battaniyenin olduğu eski bir çekyat, bir köşede birkaç rengi sararmış çay bardağı ve tüpün üzerinde duran dışı kararmış bir çaydanlıktan ibaretti. İçeri girer girmez yüzünde sıcacık bir gülümseme belirdi ve bir anda genlerimizdeki misafirperverliği onu harekete geçirdi. Küçücük odanın içini toparlamaya, bana oturacak bir yer açmaya çalışıyordu. Önce çekyata oturtturacaktı fakat yayları eskidiğinden içine çökmüş olan çekyata beni oturtmaya gönlü razı olmadı, dışarıdan eski bir büro koltuğu sırtlayıp getirdi. Beni odanın en güzel köşesine oturttuktan sonra gözleri çaydanlığa uzandı. İkram edecek bir şeyler arıyordu. Kusura bakma hazırda çayım yok ama istersen hemencecik demleyivereyim dedi. Fazla durmayacağımı, geçerken bir selam vermek için uğradığımı söyleyince, ufak bir ahşap dolabı karıştırmaya başladı. Az sonra bir meyve suyu ve yarısı yenmiş yarım paket bisküvi getirdi önüme. Bir şeyler ikram edebilmenin mutluluğu ve aynı zamanda bu ikramın bisküvi ve meyve suyundan oluşmasının utangaçlığı vardı gözlerinde. İkram edilenleri tüketirken bir yandan da sohbet ediyorduk. Çocuklarını çok özlemişti, telefonda onların neler konuştuğunu, ufak çocuğunun yürümeye başlamış olduğunu, kızının geçen gün hastalandığını ve büyük oğlunun ders notlarındaki başarısını kah gözleri parlayarak, kah olanları görememekten duyduğu üzüntüden dolayı iç geçirerek anlatıyordu bana. Hiç kesmedim sözlerini… Ara sıra birkaç soruyla teşvik ettim hatta konuşmasını. O küçücük odada hem hasreti hem yalnızlığı yaşıyordu ve belli ki hal hatır sormak için gelen kimsesi de yoktu. Döktü içini… Anlattı her şeyini… Ek bir bekçilik işi daha bulduğunu ve bayramda çocuklarının en çok istediği oyuncakları alıp onları görmeye gidebileceğini de ekledi unutmadan. Ayrılırken mutluydum. Kaç kez “Allah razı olsun” dediğini sayamadığım kadar çok duydum ağzından, giderken.
            Bir de günlük değişen misafirleri vardı bu bereketli sofranın. Ya ikindi namazından sonra davet edilirler yahut da akşam namazı çıkışında kollarından tutulup sofraya getirilirlerdi. Bütün bu çabalar elbette ki bir çıkar sağlamak içindi. Ahrette geçecek olan parayı kazanmaya çalışıyordu. Hatta bazı günleri için üzülüyordu. Başka bir yere iftara davetli olup da kendisi misafir ağırlayamadığı zaman “Cihanım, zarardayız bugün”  diyerek ifade ediyordu hislerini.
            Her ne kadar bilgili olup, her Perşembe akşamı çalışma odasına kapanıp, cuma hutbelerini diyanetten gelen metinle yapmak yerine kendisi hazırlıyorduysa da; her sorumuza cevap vermeyecek kadar da garanticiydi kendisi. Bir konuda soru yönelttiğimizde, o konu ile ilgili bütün bildiklerini önümüze döker, yaşanmış örnek varsa izah eder, sorumuza cevap verecek diye beklerken muzip bir gülümsemeyle; “ doğrusu şudur veya budur şeklinde bir şey söyleyemeyeceğim” diyerek topu vicdanımıza atardı. Kısaca; fetva değil, bilgi vermeye çalışarak bize hatalı iş yaptırıp, kendisinin de böyle bir hatada payının olup hesap verememesinden korkardı.
            Kanuni Sultan Süleyman’ın verdiği kararların hepsini şeyh-ül İslam Ebussuud efendiye onaylattıktan sonra uygulamaya geçmesine sebep olan Allah korkusunun örneğini gördüğüm bu gönül insanı bizi şaşırtmaya ve yaptıkları karşısında utandırmaya devam ediyordu. Taşındığımız bu şirin ve samimi mahallede ki 1,5 yılımızı doldurmuş, Haziran ayına ayak basmıştık. Herkes okullar kapanacak olması, türlü türlü tatil hayalleri, sevdikleriyle yapacaklarının planları, cıvıl cıvıl günlerin insan ruhuna üflediği huzurla, mutlu ve mesutken; bizim öğrenci evimizde yaprak dökümü yaşanıyordu. 6 kişiyle başladığımız dönemi çeşitli nedenlerden dolayı haziran ayında Ali Haydar ve Cihan olmak üzere 2 kişiyle kapatacaktık. Hayatta dost listesi yapsam ilk sıraya koyacağım bu kıymetli insanla 2 kişi ile koca evin masraflarını nasıl karşılarız derdine düşmüştük. Ne yaparsak beraber yapacaktık bir kere, o konuda ayrı hareket etme gibi bir düşüncemiz yoktu. Bu evde kalsak da beraberiz, taşınıp başka yerlere gitsek de… Oturduk hesabımızı yaptık. Aidatlar, faturalar, ısınma masrafları, kira, mutfak giderleri… Hesaplamalarımız sonucunda biraz fedakarlıkla bütçemizin yaz aylarında geçinmeye yeteceğine fakat aylık ortalaması 200 TL tutan yakıt masraflarının devreye gireceği kış aylarında altından kalkamayacağımıza karar verdik. Bu durumda iki seçeneğimiz vardı: daha ufak ve ekonomik bir eve taşınmak veya bizimle kalacak en az bir öğrenci bulmak. Biz öyle veya böyle, ara sıra yaşanan tartışmalarımıza rağmen çok iyi anlaştığımızda hem fikirdik. Fakat eski arkadaşlarımızla yaşadıklarımız bize tecrübe olmuştu ve tanımadığımız birilerini aramıza alıp başımızı ağrıtmak istemiyorduk. Geriye kalan seçenek taşınmaktı.
            Taşınmaya karar verdikten sonra, yaptığımız ön araştırmada istediğimiz özellikte ev bulamadık. Aklıma hiçbir zaman bizden yardımını esirgemeyen insan geldi: Abdulkadir hoca.
Hemen yanına gittim. Namaz çıkışı, konuşmak istediğimi söyledim. Caminin arkasındaki avluya geçip banklara oturduk. “Hayırdır inşallah, seni dinliyorum Cihanım” demesiyle, böyle böyle bir sorunumuz olduğunu, bu sorun karşısında da taşınmaya karar verdiğimizi, fakat istediğimiz özellikte evi bulamadığımızı, kendisinin uzun yıllar burada yaşamış olması ve çevresinin geniş olması sebebiyle bu konuda bize bir yol gösterebileceğini düşündüğümüzü anlattıktan sonra, çok sevdiğim ve alıştığım mahallemden ve buradaki insanlardan ayrılacak olmamın üzüntüsüyle dinlemeye koyuldum.
-          Başka çıkar yolumuz yok mu peki, ben sizi buradan göndermek istemiyorum.
-          Bir kişi daha olsa aslında az çok idare edebileceğiz ama güvenilir birini bulmak da hiç kolay değil.
-          Peki, kira masrafınız olmasa, diğer masrafları karşılayabilir misiniz?
-          Nasıl yani ev kirası olmadan hocam!?
-          Ev kirası haricindeki masraflara sizin paranız yeter mi?
-          Ee, evet kira haricini karşılamaya yeter ama kira ne olacak?
-          (yüzünde ani bir gülümseme belirdi ve iki elinin avuç içlerini alkış yapar gibi birleştirerek) Tamam öyleyse, kiranız benden! Hiçbir yere gitmiyorsunuz!...
-          Nasıl yani hocam, yok yok olmaz öyle şey…
-          Olur Cihanım olur. Bunu çözdük başka sorun var mı?
-          Yok hocam ama böyle olmaz, lütfen…
-          (Oldukça rahat ve hafif alaycı bir ses tonu ve gülümseme eşliğinde) Bunu mu kafana takıyordun? Ben de önemli bir şey var zannettim. Bak çözdük işte…
Sanki yol parası istedim de çıkarıp vermiş kadar rahat söylemişti. Şaşkındım. Sadece yol göstermesi için yanına gitmiştim. Ne kadar itiraz etsem de, mahcup olacağımızı söylesem de kararı kesindi. O günden sonra fakültemiz taşınana kadar o evde kalmaya devam ettik. Tabi sürekli iki kişi değil, birkaç arkadaş bulup, kendi yağımızda kavrularak.
Burada şunu belirtmek istiyorum, kendisi sadece imam maaşıyla geçinen, evine başka kazanç girmeyen ve caminin lojmanında oturan birisi. Babası Balıkesir’de imam olan ev arkadaşım Ali’nin söyledikleri insanı düşünmeye sevk edip, bereketin nasıl bir şey olduğunu gösterir cinsten: “Abi benim babam da imam, bir imamın maaşının ne kadar olduğunu bilmesem, hocanın bize yaptığı yardımlara şaşırmayacağım. Benim babam kirası ve benden başka okuyan çocuğu olmamasına rağmen zor yetiriyor.”
Eşine az rastlanır bu insan o mahalleye sevgiyi, dayanışmayı, hal hatır sorup birbirini kollamayı öğretmiş ve hepsinin gönlünde; en üst düzey devlet adamından daha saygın,  en bilgili alimden daha bilgili, en yakınlarından bile daha güvenilir ve emin bir mertebeye ulaşmıştı… Kesinlikle bir memur gibi davranıp, namaz vakitlerinde namazı kıldırmaktan başka görevi olmadığını düşünmezdi. Yaz tatillerinde bile bir çok imamın memnun olarak yapmadığı çocuklara kuran eğitimini, okul dönemlerinde de sürdürerek çocukların unutmasını önlemek istiyordu. “Cuma vaazlarında, siz en azından cumaları bir sohbet, hutbe dinleyerek bilgi sahibi oluyorsunuz, eşleriniz, kızlarınız bu imkana da sahip değiller, onları da düzenlediğimiz sohbet programına gönderin” diyerek, haftanın belli günleri, cuma vaazı verir gibi alt katta vaiz kürsüsünden sohbet edip, üst katta kendisini dinlemeye gelen bayanlara faydalı olmaya çalışıyordu. Her hastanın, her yoldan gelenin ziyaretine gidiyordu. Her gördüğü çocukla bile selamlaşıp halini hatırını soran bu insan nasıl sevilmezdi, mahallesi nasıl muhabbetle dolmazdı, yaptığı iyilikler güzellikler mahallede nasıl dalga dalga yayılmazdı ki…
Yazdıklarımın yanında yazmadığım, aklıma gelmeyip de yazamadığım, göremeyip de bilmediğim daha çok şey var ama birazcık fikir sahibi edecek kadar yazdım zannedersem. Eski mahalleme duyduğum özlemin yeri apayrı ve 4-5 ay da bir de olsa gidip sokaklarında bir dolaşır, camisine uğrayıp, beni tanıyan yaşlı dostlarımla selamlaşırım. Hocamla tanışalı 5 yıl olmasına rağmen, görüşmelerimiz de bayram tebrikine sıkışmadan devam ediyor. Fırsat buldukça cumalara onun görevli olduğu camiye giderek sohbetine kulak kesiliyorum. İnşallah kısmet olursa, dini nikahımı da bu güzel insana kıydırarak hayatımın en mutlu anına onu şahit edip kendisiyle görüşmelerime devam etme planı içerisindeyim.
Sevgili Müleyke’ye, böyle bir MİM’de beni mimleyerek bu güzel insanın ve onun etkisiyle güzelleşen o şirin mahallenin hatırımda bıraktığı güzel izleri yazma ve “hala böyle insanlar var mıdır acaba?” diye düşünenlere “Evet, var” cevabını verebilme fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum. Sevgi ile kalın…
NOT: Fotoğrafların hepsi hikayede geçen kişi ve yerlere aittir. (Cami fotoğrafı hariç)

8 yorum:

  1. Değerli Cihan,
    itiraf edeyim ki yazıyı ilk tıklayıp açtığımda ''N'yaptın sen Cihan, bu ne uzun yazı''dedim içimden :)

    Okumaya başladığımda yazının yarısına gelince ağlamaya başladım..Böyle insanlar var olmasa dünya ayakta kalamazdı diye düşündüm..Allah Böyle insanların sayısını arttırsın...Razı olsun ,yürekleri dert görmesin...

    Çok güzel yazıya dökmüşsün iyi ki bizlerle paylaştım cidden çok çok çok beğendim yazını..Teşekkürler..

    Selam ve dua ile..

    YanıtlaSil
  2. Bir de küçük isteğim var senden..bloguna paylaşım butonları ekler misin ?

    bu adresten alabilirsin sanırım...

    http://bloghocam.blogspot.com/2011/05/blogunuza-sosyal-paylasm-butonlar.html

    YanıtlaSil
  3. Evet, yazı uzun olmuş ama belki de ilk defa bu kadar uzun bir yazıyı hiç ara vermeden okudum. Bunun nedeni belli. Sürükleyici bir konu ve konunun kahramanı gerçekten eşine az rastlanan insanlardan biri. Ne mutlu size ki Allah karşınıza her anlamda iyi bir insanı çıkartmış. Böyle insanların varlığından eminim ben. Kendilerini gizlemekteki ustalıkları sayesinde, hiç yoklarmış gibi algılıyoruz, o kadar. Ellerine sağlık. Temennim odur ki, hayatının bundan sonrasında da hep böyle iyi ve dürüst insanlarla karşılaş, onlarla dost ol. Sevgiler :)

    YanıtlaSil
  4. Müleyke öncelikle sabır gösterip okuduğun için ve beni mimlediğin için teşekkür edeyim. Yazının uzun olması beni de biraz tedirgin etti aslında. Millet okumaktan sıkılırsa bu güzel insanı anlatmamın bir anlamı kalmamış olacaktı. Yazdığım insan kısacık yazılarla anlatılacak biri değil ve ben tek oturuşta bitiremedim. Sürekli yaptığı başka başka iyilikler aklıma geliyordu. Eğer ki bu yazıyı yayınlamasam da bilgisayarımda taslak olarak dursa, zaman geçtikçe ekleyeceğim daha çok paragraf çıkardı. Ama bu kadarı biraz da olsa yeterli olur düşüncesiyle artık yayınlayayım dedim.

    YanıtlaSil
  5. Ayrıca, önerin için teşekkürler, eklemeye çalışacağım.

    YanıtlaSil
  6. Banu gönülden iyi dileklerini kabul etsin Rabbim. Böyle insanlarla tanışmayı herkese nasip etsin ki dalgadan onlarda etkilensin. Senin de dediğin gibi, etrafa reklam olmadan insanlara yapabilecekleri ne kadar iyilik varsa yapmaya çalışıyorlar. Evet, onun gibi bir çokları var ve biz onlardan bi haberiz...

    YanıtlaSil
  7. CİHAN kardeş çok güzeldi yazının içeriği duygulandım...

    YanıtlaSil
  8. @FASLI, yaşadıklarım karşısında hissettiklerimi biraz olsun hissettirebilmişsem yazımda, ne mutlu bana... Teşekkürler ilgine.

    YanıtlaSil

Yorumunuzu Buraya yazabilirsiniz...