31 Ocak 2011 Pazartesi

Deprem miii!?


Deprem, deprem, deprem… Az önce okuduğum bir haber İstanbul için 2013-2014 yıllarının deprem açısından riskli yıllar olduğunu söylüyordu. Kimi bilim adamı 2 yıl sonraya, kimi bilim adamı 20 yıl sonraya götürüyor bizi deprem konusunda. Ama aklım beni 12 yıl öncesine götürdü… 17 Ağustos 1999… Yine her zaman ki gibi geçirdiğimiz normal bir gün ve akşam. Sere serpe kapı pencere açık yattığımız gecelerden birisi daha…
Yattığım odanın balkon kapısı açık. Gece uykumun arasında yokuş çıkan kamyon gürültüsü gibi gece sessizliğinde ortalığı ayağa kaldırabilecek bir gürültü… Yaşımın henüz 13 olması ve gelişmekte olan mahallelerin ortak özelliği olan kamyon ve iş makinesi gürültülerinin alışkınlığından bu sesi kamyon gürültüsü diye yorumluyorken, yengemin çığlıklarına karışan sözcükleri duyuyorum.
-Anneee… Babaaaa… Enişteee…
Giriş katında küçük dayım, orta katta büyük dayım ve dedemler üst katında da bizim oturduğumuz 3 katlı müstakil bir evde yaşıyoruz ve giriş katta oturan yengem henüz 1 yaşında bile olmayan yeğenimi emzirmekle meşgulken fark ediyor büyüklüğünü sonradan öğrendiğimiz bu afeti. Babam salon kapısından ben de odamın kapısından aynı anda balkona çıkıyoruz. Babam yarı uykulu yarı sinirli, kucağında henüz kundakta sarılı yeğenimle kendini bahçeye atmış yengeme;
-Ne kız gece gece derdin.
Diye çıkışırken yengem mahalleyi ayağa kaldıran sesiyle;
-Depreeem… Deprem oluyor kalkııın.
Diye yalvarmaklı bir şekilde bağırıyordu.
Fakat daha şimdiye kadar depremi coğrafya dersi haricinde ne haberlerde ne günlük hayatta duymamış ve yaşamamış olmanın boşluğundan olsa gerek, hiçbir acil durum algısında bulunamadan hayatımda bir daha asla unutamayacağım o korkunç sallantı başladı. Aşağı bakmak için ellerimizle yaslandığımız o balkon duvarı sanki bir ileri bir geri gidiyordu. Hala olanlara bir anlam veremiyordum. Şaşkınlık içinde adeta donakalmıştım. Babamın “koş!” talimatını alınca o anlamsız boşluktan kurtulup bir acil durum içerisinde olduğumuzu kavradım. Hemen odamda ki kardeşimi kaldırıp kapıya yöneldim, bu sırada da babam annemi kaldırıp 2 yaşındaki kız kardeşimi de kucağına almış gemiyi en son terk etmek isteyen kaptan, civcivlerini toparlayan tavuk gibi bizleri bekliyordu kapıda. Hep beraber dışarı attığımızda kendimizi, sokağımızın, bütün ahalinin dışarıda olduğu sıcak yaz akşamlarında bile göremediğim kadar kalabalık olduğunu görmüştüm. Çocuklar ağlaşıyor kadınlar kendilerini ağlamamak için zor tutarak çocuklarını avutmaya çalışıyor. 
8-10 yaşlarında olup da bazı şeylerin izahını anlayabilecek çocukların arka arkaya gelen soruları yanıtlanıp depremin ne olduğu anlatılıyor kısaca. Cep telefonu olanlar yakınlarını aramakla meşgulken, dua etmek yaşlılara kalıyordu. Ne ağlayacak kadar küçük, ne de depremin ne olduğunu soracak kadar çocuk yaştaydım. Sadece o kalabalığı izliyor, şimdiye kadar altı boş kalmış deprem kelimesinin altını gerçeklerle dolduruyordum. O sıcak yaz gecesinde üzerime sonradan verilen montla bile kış günü soğuk suya düşmüş kedi yavrusu gibi tüylerim diken diken olmuş titriyordum. Galiba bunun adı korkuydu. Şimdilerde çocukların ya kitaplardan ya haberlerden öğrendiği depremi ben ne kitaplardan ne de haberlerden öğrendim, ben depremi yengemin, hala kulaklarımda yankılanan çığlığından öğrendim…
(Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum.)

2 yorum:

  1. Çok gerçekçi bir dille yazılmış çok samimi bir yazıydı..Ben de 99 depremini İstanbul'da yaşayanlardan biriyim ve yazdıklarını okurken hiç yabancı gelmedi, adeta tekrar o günlere bir gittim geldim..Rabbim cümlemizi her türlü afetten muhafaza etsin inşallah..Kalemine, gönlüne sağlık..

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Bir deyim vardır dilimizde, en kısa fakat en anlamlı deyimdir bana göre; "Çeken bilir." Rabbim kimseye deprem, sel, yangın gibi acı afetleri yaşatmasın, güzel ölümler nasip etsin inşallah.

    YanıtlaSil

Yorumunuzu Buraya yazabilirsiniz...