Haziranın son haftasının çarşamba akşamı. Havalar çoktan ısınmış kuşlar cıvıldamaktan yorulup mayıştıran sıcakta buldukları dallara kurulmuşlardı. 20 Haziranda başlayan KPSS başvurularıyla ilgileniyordum. Aylardır beklediğim tarih gelmiş bir memur olup hayatın sıkıntılarından kurtulma, açta açıkta olmadan yaşamını sürdürebilme planlarımı gerçekleştirme fırsatlarımdan birisi daha doğmuştu. Nereleri tercih edeyim diye araştırırken aynı zamanda da memurlar.net i takip ediyordum. Kenardaki ilanlar kısmında bir ilan ilişti gözüme. “Yargıtay başkanlığı zabıt katibi alım ilanı” Merkezi alım haricinde kurum kendisi alım yapıyordu. Açtım okudum şartların hepsi tamam. Başvurunun son tarihine baktım Haziran sonu ve başvuru yeri: Yargıtay başkanlığı/Ankara. Tam sınav haftamın ortası… Ya sınavlar başlamadan gideceğim (ki 2 iş günüm var evrakları hazırlayıp gitmem için) ya da başvuru yapamayacağım.

Oturdum plan yapmaya başladım. Nüfus cüzdan fotokopisi tamam. Vukuatlı nüfus kayıt örneği adliyeden alınacak. Diploma aslı okuldan istenecek. Bilgisayar sertifikası Komek’ten alınacak. Bunların hepsini perşembeye sığdırıp Cuma günü de Ankara’da başvurumu yapmalıydım. Şöyle bir düşündüm, gideceğim yerlerin hepsi devlet dairesi, “Bugün git yarın gel” sözleriyle andığımız yerler.
Galiba yaklaşan sınavların can sıkıntısından olsa gerek bu heyecan dolu koşturmaya attım kendimi. Sabah mesai başlamadan üniversitenin kapısındaydım. Direk öğrenci işlerine koştum.
-Diplomamın aslını 2 gün ödünç almak istiyorum ne yapmam gerekiyor.
-2 gün veremem, bir kaç saat istiyorsan yanına bir memur vererek ödünç alabilirsin ama memurun masraflarını senin karşılaman gerekiyor. (Şaşkın şaşkın dinledikten sonra)
-Bu uygulamanın nedeni ne peki? Diplomayı çalıp giderim diye mi korkuyorsunuz!?
-Bana gelen yazı öyle söylüyor yapabileceğim bir şey yok. Öğrenci işleri daire başkanına git beni şikayet et vermiyorum diye, bana yazı yazsınlar verebilirsin diye ben de vereyim.
Aramızda bu konuşmanın geçtiği memurda bu uygulamayı saçma buluyordu ve şikayet etmemi de ondan istiyordu. Koşturarak öğrenci işleri daire başkanlığına gittim. Başkanın misafirleri vardı. Bekleme odasında biraz bekledim fakat misafirlerin kalkma niyetlerinin olmadığını görünce sekretere acelem olduğunu söyleyerek rica ettirdim başkana, çağırdı gelsin diye. Girdim. 65 yaşlarında saçları tamamen ağarmış ve yılların ağırlığı yanaklarını sarkıtmış, hafif çatık kaşlı biriydi makam koltuğunun ardındaki. Maruzatımı anlattım, iş başvurusu yapacağımı ve 2 güne kadar getireceğimi söyledim.
-Hayır diplomayı veremiyoruz! (ses tonu çok keskindi)
-(Biraz ricacı bir ses tonu ve mülayim bir ifadeyle) Ama sadece başvuru yapıp tekrar getireceğim herhangi bir yasadışı uygulamada bulunmayacağım.
-(Dalga geçer bir gülümseme takınarak ) Nereden bileyim başka bir üniversiteye kayıt yaptırmak için kullanmayacağını! (Misafirlerle göz teması kurarak haklılığını onlara da onaylattı.)
-Başkanım haziran ayındayız ve hiçbir üniversitenin kayıt dönemi başlamadı. (Yüzündeki gülümseme aniden kayboldu, bunu hiç düşünmemişti, tekrar ciddileşerek)
-Olsun ben böyle bir sorumluluk alamam. (diyerek kestirip attı)
-(Misafirlerden biri söze girerek, kendinden emin bir ifadeyle) Hiçbir üniversite vermiyor zaten. Diplomanın aslının verilmesi yasak.
-Çukurova üniversitesi veriyor isterseniz arayıp soralım. (Misafirin suratı asılmıştı)
-(Başkan) Onların yaptığı beni bağlamaz (Diyerek yine kestirip atmıştı)
Eski memur zihniyetinin ördüğü sert duvara çarptığımı fark etmiştim o an. Çıkış yolu bulmak yerine kolayı seçip bütün yolları kapatıyordu. Sinirlerime hakim olamayıp sesimi de yükselterek başparmağımla başkanı işaret ettim suçluyu gösterir gibi;
-Siz kolaya kaçıyorsunuz, başka bir üniversiteye kayıt yaptıramayacağımı biliyorsunuz, buraya verdiğim 4 yıllık emeğimi yakıp bir sahtekârlık yapmayacağımı da biliyorsunuz ama eski tas eski hamam bu işi yapıyorsunuz. Siz bu mantıkla çalıştıkça biz hiçbir ilerleme kaydedemeyiz. Nasıl yardımcı olurum düşüncesiyle hareket etmeyi öğrenmelisiniz.
-(Artık kızmıyordu sözlerime, lakayt bir hal almıştı. Pişkin pişkin) Evet aynen öyle ben hiçbir sorumluluk alamam yapacak bir şey yok.
Sinir küpü olmuştum ama yapacak bir şey yoktu. İlk evrak mücadelemde bildiğimiz memur zihniyetine mağlup olmuştum. Ama diploma fotokopimi götürürsem belki kabul ederler ümidiyle fotokopisini aldım. Öğrenci işlerindeki memurun verdiği taktikle de öğrenci işleri başkanlığının ağzından öğrenci belgeme “Kayıtlı öğrencimizin diploması arşivlerimizdedir ve kendisine verilememektedir.” Notunu kaydettirdim.
Sırada bilgisayar sertifikası vardı. Atladım otobüse doğru Kocaeli meslek edindirme kursunun Gündoğdu şubesine. 2 hafta önce sınavını geçip almaya hak kazandığım sertifikamı almak istediğimi söyledim. Fakat bir şok da burada! Sertifikalar henüz basılmamış. İsterseniz “sertifika almaya hak kazanmıştır” belgesi verebiliriz dedi şube müdiresi. Gözlerim parladı bir anda sonuçta bu da bir çıkış yoluydu ve resmi imzalar olursa geçerli bir evrak kabul edilebilirdi. Tamam, alayım dedim. Önce dilekçe yazmanız gerekiyor kimlik fotokopisi ile beraber merkez binamıza gitmeniz gerekiyor deyince daha sonra başıma nelerin geleceğini tahmin edemeyecek kadar basit bir işlem zannettim. Ama zamanla yarışıyordum, öğlen tatiline yarım saat var ve benim gideceğim yol da yaklaşık yarım saat. Burada devreye kursun hizmetlisi girdi. Onun çok önemli yardımıyla(ikimizin arasında kalsın nasıl yardım ettiği) öğleden önce evrakları Leyle Atakan Kültür Merkezine yetiştirdim. Müdire Hanımın yanına gitmemi istediği Emine hanımı buldum. Derdimi anlattım ve evrakları verdim. Fakat tam bu sırada az sonra yanına çıkmam gereken Müdire hanımın yemeğe çıkmakta olduğunun farkında değildim. Biraz sonra ikinci kata yanına çıktığımda dakika farkıyla kaçırdığımı anladım. Benim istediğim evrakların bana verilebilmesi için sınıfımdaki bütün öğrencilerin giriş işlemlerinin yapılması gerekiyormuş anladığım kadarıyla ve bu da ayrı bir zaman alacak bir işlem. Öğlen arasında ben de koşturmacama bir ara verip sevgi kafede öğlen yemeğimi yedikten sonra adliyede Nüfus kayıt örneği almak için sıraya girdim. Buradaki işlem standart olduğundan sadece sıranın bitmesini bekliyorduk. Öğleden sonra yarım saatimi buraya harcadıktan sonra doğruca Leyla Atakan’a gittim. Belki de hayatımda tekrarını göremeyeceğim, bir devlet dairesinde üstün bir seferberliğin başladığı ana tanıklık edecektim. Emine hanım veri girişini kendisi yetiştiremeyeceğini anlayınca işlerin hızlanması için 2 bayan arkadaş daha çağırdı yanına. Bu arada bana da çay ikram ederek yaptıkları işlemi izah ediyor ve “Merak etme biz yetiştiririz ama inşallah Kültür daire başkanı buradadır, çünkü onunda imzalaması gerekiyor.” Diyerek işin adrenalinini arttırıyordu. Veri girişinin 1 saat civarında süreceğini, istersem başka işlerimi halledebileceğimi söyledi.
Yapacak başka iş kalmamıştı, çıktım bahçede bir duvarın üzerine elimdeki evrak dosyasını koyarak oturdum. Kafamı kaldırdım koro halinde bir şeyler fısıldayan yapraklara baktım, Bir şeyler diyorlardı sanki bana ama anlaşılmıyordu dedikleri. Rüzgâr sanki sabahtan beri sürdürdüğüm koşturmacamın temposuna yetişmek ister gibi hızla savuruyordu etraftaki her şeyi. 10-15 dk kadar burada bu düşüncelerle meşgul olduktan sonra 200-300 metre kadar ötedeki gençlik merkezinde çalışan güler yüzlü, hoş sohbet Önder abim aklıma geldi. Bir ziyaret edeyim dedim, hem vakit geçer biraz. Yüzümü yalayıp saçlarımı arkaya doğru yatıran rüzgâra karşı sakin adımlarla yürüyerek gittim. Gittiğimde yerinde değildi, gerisin geriye dönüyordum ama geldiğim gibi sakin adımlarla değil! Koşar adımlarla… Evrak dosyamı oturduğum duvarın üzerinde unuttuğumu fark edince başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Kendime çok fena kızmıştım. Söylemedik söz bırakmadım kendime oraya varana kadar. Sabahtan beri ne hallerle toparladığım evraklar şimdi rüzgârın ellerindeydi. Rüzgârlıydı hava ve rüzgâr zaten uçuşturacak bir şeyler arıyordu. Kaçırmazdı bu fırsatı. İnşallah hepsini bulabilirim diye düşünerek oraya vardığımda dosyanın kapağı dahi açılmamış vaziyette duvarın üzerinde durduğunu gördüm. O ana kadar dağılmamış dosya sanki şimdi dağılacakmış gibi atladım üzerine. Derin bir nefes çekerken içime yine işittim yaprak korosunun uğultusunu. Anlamıştım bu sefer… Merak etme kısmette varsa olur diyorlardı. Ve O an bu işlerin yetişeceğine inandım. O dosya dağılmamıştı ya, gerisi gelecekti.
Saat 4’ü geçiyordu ve mesai bitimine 1 saat kalmıştı. Emine hanımın yanına gittiğimde tam işleri bitmek üzereydi ve birkaç dakikaya kadar işlerini tamamlayıp şimdi üst kata çıkıp gerekli evrakların çıktısını alabileceğimi söyledi. Üst kata çıktım oradaki memur arkadaşa derdimi anlattım. Oturmamı, orada bekleyen birinin işini hallettikten sonra hemen işimi halledeceğini söyledi. Saat 5’e yaklaştıkça elim ayağım yerinde durmuyordu stresten. Bu işlemler yapılırken bir yandan da bir arkadaşım benim için otobüs bileti ayarlamaya çalışıyordu. İşlem tamam dediğimde bana en yakın saate bilet alacaktı. Memur arkadaş işini bitirdikten sonra benim evrakların çıktısını aldı. Bunları Müdire hanıma imzalatayım geliyorum dedi. Evet, az kalmıştı, müdire hanım imzalayacak, Kültür daire başkanı imzalayacak iş tamamlanacak. Memurun gitmesiyle gelmesi bir oldu, ne oldu dememe gerek bırakmadan cevapladı: Müdire hanım yok! Bir işi çıkmış olacak dedi. Ne yapacağız dedim. Merak etme sen arayacağım, buluruz inşallah, sen de başvurunu yaparsın Allah’ın izniyle. Bir o odaya gidiyor, bir bu odaya… Diğer memurlara soruyor telefonlar ediyordu sağa sola. En sonunda kapı açıldı Müdire Hanım girdi içeriye. Soluk soluğa olmasından anlaşılıyordu aceleyle geldiği. Oturdu masasına. Bana baktı önce, neden daha önce gelmedin de son güne bıraktın dedi. İlanı dün akşam gördüğümü, zaman kaybetmeden geldiğimi, başvuru süresinin de çok kısıtlı olduğunu ve işimi bitirebilirsem 1 saat sonraki Ankara otobüsü ile başvuru yapmaya gideceğimi anlattım. Önündeki evraklara kaydırdı gözlerini ve tekrar bana çevirdiğinde “sen ne yapmaya çalıştığının farkında mısın?” dedi ciddi bir ifadeyle. Duraksadım bir an. Ne yapmaya çalışıyordum ki… Cevabı kendi kendime bulamayınca, “Ne yapmaya çalışıyorum” der gibi hafifçe iki yana salladım başımı. Hayatım boyunca unutamayacağım ve içerisinde çok büyük anlamlar barındıran o sözleri sarf etti. “Bir devlet dairesinde, 3 günde hazırlanan bir evrakı 1 günde almaya çalışıyorsun.” Suçlu gibi hissetmiştim kendimi o an. Başımı hafifçe önüme eğdim, tekrar gözlerine baktığımda mecbur olduğumu kendiside anlamıştı. Evrakları imzaladı hemencecik. Telefonla Kültür daire başkanının yerinde olup olmadığını sorduğunda son adımında kolay olmayacağını anladım. Yoktu Yerinde. Ne yapacaktık şimdi. Mesai ye yarım saat kala bu kadar uğraş boşa mı gidecekti. Müdire hanım bir yandan “inşallah eve gitmemiştir.” Diye fısıldıyor, bir yandan da bir yerleri arayıp soruyordu başkanın nerede olduğunu. Son görüşmesini yaparken ses tonun bir anda netleşerek “tamam sağol” demesi tekrar ümitlerimi yeşertti. Başkan Kocaeli Büyükşehir belediyesindeymiş. Nasıl bulabilirim orada dedim bir heyecanla, koşarak gidip yetiştirirdim. Yeter ki imzalasın. Dur 1 dk diyerek telefona sarıldı. Karşıdaki sese hitaben “ulaşım daire başkanlığını arayıp Leyle Atakan’a bir araç göndermelerini söylermisin” dedi. Şaşırmıştım… Tek kelimeyle hayret verici bir durumdu bu… Ben işimi halledebileyim diye bana araç tahsis ediyorlardı… Bu nasıl bir anlayıştı ki, en kolay olan “yarın başkan gelince imzalar” cevabını vermiyordu da, başkana yetişebilmem için bana araç veriyordu. Az sonra müdire hanım, kendisini bulmak için koşturan memur arkadaşı da yanıma vererek kapıya gelmiş olan araca yönlendirdi bizi. Şöför arkadaşta mümkün olan en hızlı şekilde belediye binasına ulaştırdı. Tam araçtan inecektim ki, yanımda gelen memur arkadaş sen otur ben imzalatırım diyerek kaptı evrakları elimden. Koşar adımlarla merdivenleri 2’şer li atlayarak çıktı ve 5 dk olmadan getirdi imzalanmış evrakları. “İstersen gideceğin yakın bir yere bırakalım” dediler. Teşekkür ederim şuradan bineceğim zaten diyerek indim arabadan, tekrar tekrar teşekkür ettim ikisine de. İndim ama olduğum yerde dona kaldım. Kimdi Bunlar? Hızır mıydı yoksa? Neden hiç birisi bu güne yetişmez dememişlerdi de sakin işlerini birbirine katan bu gencin işlerini halletmeye çalışıyorlardı?
Öğrenci işleri daire başkanı da memurdu, bunlar da memurdu. Üstelik hararetle çalışan bu insanlardan daha yetkiliydi. Peki farkları nereden kaynaklanıyor. Ankara’ya gidene kadar o gün içerisinde yaşadıklarımı düşündüm ve bu soruya cevap aradım. O memurların hepsi bir iş sahibi olmamı o kadar çok istemişlerdi ki, ancak kendileri için bu kadar isteyebilirlerdi. Ama öğrenci işleri daire başkanı yıllardır yaptığını yapıyor ve kural denen şeylerin çözümden yana nasıl kullanılacağını düşünmemeyi tercih ediyordu. O memurlar bana değer verip ilgilenirken, öğrenci işleri daire başkanı benim sözlerimi hiç takmıyordu bile.
Evet, gerçekten çok düşündüm, “Bir memur ne zaman yapması gerekenden fazlasını yapar?” İşi yapılması gereken kişinin yerine kendisini koyabilirse… Karşısındakinin insan olduğunu hissebilirse…

Bu arada belirteyim, Ankara’da ki işi kazanabilseydim bir kutu baklavayla yanlarına ziyarete gitme planım vardı ama kısmet değilmiş işi kazanamadım. Baklava ikram edemesem de teşekkürümü kabul etmelerini umuyorum.
Vay vay vay! Tek nefeste okudum yazınızı. Umuyorum istediğiniz seviyede bir iş, dilediğiniz bir hayatınız olur. Saygılarla kardeşim...
YanıtlaSilİnşallah hepimizin hayatımızı mutlu bir şekilde idame ettirebilecek bir işi olur. Beğendiğine de sevindim kardeşim sağol.
YanıtlaSil